DEVLET TERBİYESİ, VAZİFE ŞUURU, CİDDİYE ALMA, ZEKİLİK ve HEYECANIN BAŞARI İLE ZİRVE YAPTIĞI ŞAHSİYET: ŞÜKRÜ ÖZTÜRK BEYHOCA

Cemaat olarak tek mensubiyetimizin bulunduğu camilerden biri olan, KTÜ Camiinde, 2000’li yılların başlarında Cuma namazı öncesinde hutbede vaaz veren hocaefendi epeyce dikkatimi çekmişti: Kısa ve etkili cümleler, metinden ziyade cemaatin gözüne bakarak hitap, konuları ortalama bir vaaz hocasının çok ötesinde akademik yaklaşıma ve fakat kolay anlaşılırlığa kavuşturarak anlatma, içinden neşet bulduğu Türk Milletine ve yaşadığı Türk Devletine sohbet içeriğinde yaptığı vurgulu atıflarına dair özgüveni ile, diğer müftülük görevlilerinden farketme, ifadelerini güçlendiren vücut dili, tıraş ve iyi kıyafetinden müteşekkil etkili iletişim gücü… Cuma namazı sonrasında, yanına varıp kendimi tanıttıktan sonra, kendisinin KTÜ Tıp Fakültesi öğretim üyesi olan evladının babası olarak, Trabzon’da ve onun da konutunda bulunduğunu öğrenmemi içeren kısa süren ayaküstü sohbetimizin hulasası şu oldu: Aradaki yaş farkına rağmen kadim dostluğa giden yolda arkadaşlık hukuku geliştirebileceğim kanaati!..

Camii kürsülerinde, vaaz yapan hocalarımızın sohbetlerini kasaba siyasetinden ırak tutması, dil, üslup ve tarzları ile, medeni-şehirli mümin intibaına sahip olmalarını öteden beri önemseyen biri olarak; Şükrü ÖZTÜRK hocamızın ilerleyen yaşına rağmen fakülteli olması, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu olması, İmam Hatip Liselerinde kurucu ve müdür olarak görev yapması ve TC Başbakanlık Diyanet İşleri Başkanlığı’nda uzun yıllar Eğitim ve Hac Dairesi Başkanlığı görevlerini deruhte etmesi neticesinde edindiği bilgi, birikim ve sağduyu ile, üniversite öğrencileri ve öğretim üyelerini haiz KTÜ Camii için bir nimet olduğu görüşündeyim. Kıymetli hocamızın yaklaşık on yıl kalıp, Cuma namazları öncesinde yaptığı vaazların yeri, sonraları üniversitemiz bünyesinde kurulan İlahiyat Fakültesi öğretim üyeleri ve yardımcıları tarafından doldurulamadığı da bir vakıadır!..

Şükrü ÖZTÜRK Bey hocamız ile, Trabzon’da kaldığı on yıllık süre zarfında, 2008-2011 yılları arasında Artvin’de Orman Fakültesi’nde yöneticilik yaptığımız üç yıl hariç tutulursa, yedi yılı sâri zaman zarfında; camii, ev, fakülte, gezi, dinleti, sergi, ziyaret, açık hava toplantısı, toplantı, cenaze törenleri vb. gibi vesileler ile defalarca bir araya gelip mekan ve zaman paylaşımlarımdan kaynaklanan namütenahi dostluğu bana yaşattığı için öncelikle yüce Allaha şükürler olsun. Akabinde de; hatıralarını, yaşanmışlıklarını ve dahi sırlarını benimle paylaşarak, bana değer veren, hatır gösteren ve anlayış ile sabır gösteren “beyhoca”ma da teşekkürlerimi sunarım.

Hayatımda iz bırakan şahsiyetleri, ana-baba ve akraba ile hocalarımı, arkasından, yani vefatları sonrasında haklarında anı-portre yazısı yazma tecrübesine sahip biri olarak, hâlihazırda hayatta olan bir şahsiyet hakkında yazı kaleme almanın hem ilkini, yani acemiliğini ve hem de heyecanını taşımakta olduğum bilinerek, bu nesir yazının okunmasını arzu ederim.

Şükrü ÖZTÜRK BeyHoca’mıza dair bir yazı, öncelikle onun zekiliği ve başarıya odaklı hayatına dair tespitleri yapmakla başlamalıdır: Nitekim hocamızın Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni birincilikle bitiren bir akademik başarıya sahip olduğu, öğrenciliğinde hocalarına ilmi çalışmalarında yararlanacakları özgün metinleri tercüme edecek kadar yeterliliğe, güvene ve yakınlığa sahip olduğu ve bu durumun da ekseriyetle lisans öğrencileri için pek de varit olmadığı hatırlatılmalıdır. Beyhocamızın oğullarının yurdumuzun saygın üniversitelerinin Tıp Fakültelerinde profesör unvanlı olarak görev yaptığı ve kızının da hukuk fakültesi doçenti olarak çalıştığı dikkate alınırsa, bu akademik başarının hocamızın ve fakülteden sınıf arkadaşı olan eşi ilahiyatçı hocahanımın, evlat yetiştirmedeki hünerlerinin bir tezahürü de olduğu bilinmelidir. Beyhocamızın sadece evlatları değil, torunları da, Allah nazardan saklasın, fevkalade başarılı olarak eğitim-öğretimlerine devam etmektedir. Bunlardan biri olan, ve Trabzon Yomra Fen Lisesini okurken dede ve babaannesinin de himayesinde iken, üniversite sınavlarında Türkiye çapında sıralamaya giren torunu Furkan’ın bu başarısı ile her ikisi de hekim olan annesine mi yoksa babasına mı çektiğini kendisinden sual ettiğimde, derhal cevaben: “Dedesine!..” demesi, beyhocamızın nüktedanlığına ve zekiliğine ilave bir işaret olmuştur.

Beyhocamızın, günümüz meselelerine İslami çözümler sunarken, kitabın ortasından ve fakat makul yani uygulanabilir yorumlarda bulunması ile, 2012 yılında hanımla birlikte hacca gitmezden önce defalarca müftülükten ders alıp da, ne yapacağımızı tam olarak bilmez halde iken, helallik için beyhocamızın evine uğradığımızda, makbul bir hac için ne yapmamız gerektiğini de kendisine sorduğumuzda, haccın rükünlerini düzenekli ve anlaşılır bir şekilde sadece bir ders saati süresi içinde anlatması; onun konuya hâkimiyetini, süreç yönetimindeki basiretini ve eğitim noktasındaki maharetini ortaya çıkarmaktadır.

Kıymetli hocamızın, güngörmüş bir şahsiyet olarak; çevresine, içinde yaşadığı cemiyete, bitki ve özellikle hayvanlara karşı olan ilgisi, sevgisi, naifliği ve fedakârlığı da, ayrıca hatırlatılmalıdır. Kendisi sadece yaşça muhataplarına değil, evlatları yaşındakilere, onların hanımlarına ve hatta torunu yaşındaki çocuklara dahi oldukça kibar ve saygılı tutum ve davranış göstermekle, sözgelimi ev halkımızın da, dikkatlerini celp etmekle kalmamış ve fakat KTÜ Konutlarındaki sayıları yirmi beşi bulan sokak kedilerine her akşam vakit namazı sonrası alıp dağıttığı hazır mama ve tavuk etli kemik parçaları ile, kedilerin de tanıdığı ve yolunu gözler olduğu bir mahalle sakini olmuştur.

Beyhocamızın sanata ve özellikle Türk Musikisine olan düşkünlüğü, KTÜ AKM’de tertiplenen TSM ve THM Dinletilerini hanımı ile birlikte takip etmesi, bölgemizin ve Trabzon’umunuz bestekâr ve kanun sanatçısı gönüldaşımız Özdemir HAFIZOĞLU’nun Fatih Eğitim Fakültesi’ndeki odasını birlikte ziyaret ettiğimizde, iftar yemekleri sonrası Türk Tasavvuf Musikisi canlı fasıllarımızda eser okunmasına eşlik etmesi, onun musikiye ve sanata da değer veren münevver bir kişiliğe sahip olduğuna ve dahi toplumdan kaçmayan, kabuğuna sığmayan bir ilahiyatçı olduğuna da delalettir.

Kıymetli hocamız, KTÜ’de yaşadığı süre zarfında; öğretim üyelerinin yakınları için, sadece Trabzon’da ve bölgede değil, bir hocamızın Muğla’da defin olacak kayınpederinin cenazesine bile, Trabzon’dan kendi imkânları ile katılarak maddi ve manevi fedakârlıklarda bulunma erdeminde de bulunmuştur. Beyhocamızın içtimai ve dini duyarlılıkları yanında, milli ve manevi konularda siyasi hassasiyetlerinin de gelişkin olduğuna, samimi sohbetlerinden şahit olmuşumdur. Nitekim Evlad-ı Fatihan coğrafyasında, Balkanlarda, bizden arda kalan Türk Toplumunun müftü seçimlerinde yüklendiği vazifeler ile Afganistan’daki Özbek Türklerinin can ve mal güvenliğinin sağlanmasının yanında sağlıklı dini iklimlerinin de oluşturulmasında bir Diyanet mensubu ve yöneticisi olarak gösterdiği yararlılıklar da her türlü takdirin üzerindedir.

Saygıdeğer hocamızın, merhum Adnan MENDERES, Alparaslan TÜRKEŞ ve Deniz BAYKAL gibi siyasilerle; İslam’ı günlük siyasetin dışında tutacak şekilde ve fakat İslam, İslami kurum ve kuruluşlar hakkında iyi algı oluşturmak için hukuk geliştirmiş olması da onun, Devlet terbiyesini nasıl içselleştirdiğine, dini ve idari vazifelerini nasıl ciddiyetle ele aldığına bir işaret olsa gerektir. Burada bahusus belirtilmesi gerekir ki; Başbuğun özel hekimine bıraktığı vasiyeti gereği olarak da, vefatı üzerine onu yıkaması, kefenlemesi ve toprağa tevdi etmesi; Türk-İslam Davasına gönül vermiş bu satırların yazarı tarafından da çok, ama çok kıymetli bulunmuştur.

Beyhocamızın, inandığı ve yaşadığı milli ve manevi değerler için, gerektiğinde tavır da alabilen bir şahsiyette olması da burada hatırlatılması gereken vakıalardandır. Toplumbilim açısından bir yığın yanlışlıkların yapıldığı en temel harsı değerlerimizin örselendiği 28 Şubat Sürecinde, katsayı engeline takılan imam-hatipli öğrencilerin, gençlerin istikbalini kurtarmak için önceden görüşme talebinde bulundukları yükseköğretim yetkilisinin, saygısızca odasında kabulü nezaketsizliğine, görüşmeyi anında reddederek tepki vermesi, her türlü takdirin üzerindedir.

Müdürlüğünü yaptığı İmam-hatip öğrencilerinin yatılı sorunlarını evini bile açarak çözmekten, Türk hacılarının kumlar üzerinde çadır kurarak zahmetli hac farizasını yerine getirdikleri süreci, konaklama işletmeleri ile ikame etmesine kadar bir dizi faaliyet sonucunda kamu hizmetindeki yorucu çalışmalarının ruhi yükünü azaltmak için de, idmana da zaman ayıran bir hayat tarzına sahip olan hocamızın bu hususiyeti de unutulmamalıdır. Nitekim güngörmüş beyhocamızın idmana ve spora olan düşkünlüğü de 75’li yaşların üzerinde iken bile, KTÜ İdman Merkezindeki çim sahada yürümesi, koşması ve vücut geliştirici aletlerde çalışması, koşarken ve yürürken de ayağını yere sürütmesinin karaltısı, gözlerimin önünde hala canlanmaktadır. Yeri gelmişken, geçkin yaşına rağmen dökülmemekle birlikte beyazlayan saçlarının, Trabzonspor’dan kaynaklandığı da burada ifade edilmelidir. Ayaktopunda Türkiye’de Anadolu İhtilalini gerçekleştirerek, Trabzon’a getirdiği bir çok kupa ile, İstanbul Dukalığına son veren Trabzonspor’un, birlikte müsabakalarını seyrederken, beyhocamızın ne kadar gergin ve heyecanlı olduğuna bu satırların yazarı bir çok kez şahit olmuştur.

Son 35 yılını Trabzon’da ve KTÜ’de geçiren ve fakat şehir ve üniversitede; bu toprakların değerlerine hürmet ve hizmet eden; aydın, demokrat, diğerkâm, fedakâr, liyakat ve şahsiyet sahibi, hoşgörülü ve hakem şahsiyetleri, ağabeylerive dava büyüklerini bulmakta zorluk çeken bu satırların yazarı, 2000’li yıllarda Ankara’dan gelen “beyhoca” arkadaşı marifetiyle bu özlemini on yıllığına gidermiştir. Gelinen noktada, önce torun sonra da evladının Trabzon ve KTÜ’den ayrılması ile, beyhocanın Trabzon’dan tekrar Ankara’ya avdet etmesi ile, bu satırların yazarı olan arkadaşı, Trabzon’da yine mahzun ve yapa yalnız kalmıştır.

Bugün 80’li yaşları sürmeye başlayan kıymetli beyhocamıza; kaleme aldığı birçok kitabın yanında bizler için rehber niteliğinde olacak hatıralarını kaleme aldığı kitabını da yazması ümidi ile; sağlık ve afiyet dolu nice yıllar ile, Yüce Allah’ın onu Yunus Emre’nin bacısı olan eşi hocahanıma, evlatlarına, torunlarına, bu satırların yazarı olan yaşça çok küçük arkadaşına ve Türk-İslam Mefkûresi için gönlü tutuşanlara bağışlamasını diliyorum. 25.06.2020.

 

Prof. Dr. Mustafa Fehmi TÜRKER

O BENİM BABAM: KUR’AN VE HADİS AŞIĞI HAFIZ-ÖĞRETMEN HİKMET TÜRKER

Tarihlerin 14 Ekim 2014 Perşembe gününün ikindi sonrasını gösterdiği vakitte, KTÜ Farabi Hastanesi Onkoloji Servisindeki odada, yaklaşık on gün boyunca gözleri kapalı olarak bilinç kaybı ile yatan babamın sağ eli avuçlarımın içinde iken, babamın birden gözlerini açıp “Allah” nidası ile bağırıp tekrar gözlerini kapatması ile, irkilerek servis hekimlerini canhıraş bir şekilde koşarak bilgilendirmem üzerine, gelen hekimler apar topar odadan beni ve annemi çıkarttıktan sonra, tam kırk beş dakika süren kalp masajı akabinde dışarı çıkıp hayatımın o ana kadar ki en acı haberini bana verdiler: “Babanızı kurtaramadık. Başınız sağ olsun, hocam!” Fenalaşarak diğer boş olan hasta odasına alınan anneme sarılarak acımızı paylaşmadan evvel, beyaz örtü ile sarıp sarmalanan babamın na’şının baş kısmını açtırarak, alnını öpüp şu cümleyi titrek ve ağlamaklı sesle mırıldandım: Cennette görüşmek üzere, inşallah sevgili babacığım!..

İlkokul öncesi hafızlık eğitimini yaparken babasının asabi halet-i ruhiyesinden epeyce muzdarip olan babam, ihtiyaç duyduğu şefkati sevgili annesinden ve hamiliği de öğretmen olan kıymetli ağabeyinden görmesi ile, sancılı çocukluk dönemini geçirmiş oldu. Öğretmen olan ağabeysisinin sahip çıkması ile, İlkokulu sınavla üçüncü sınıftan başlayarak Dernekpazarı’nda, ortaokulu da Çaykara İlçesi’nde tamamlayıp, Gümüşhane Öğretmen Okulu’ndan öğretmen olarak mezun olan babam, köyümüzün en güzel, bir o kadar da nazlı ve ilgi bekler yetim kızı ile evlenerek, ilk öğretmenliğini Çaykara Ulucami Köyü’nde ve sonrasında da Soğanlı Köyümüzdeki İlkokulda yaptı.

1885 yılında inşaa edilen; alt odalı, gömme dolaplı, aşanalı, çıkmalı, ambarlı, merekli ve eyvanlı Melikoğlu Konağı, onca odasına rağmen biri imam baba ve ikisi de öğretmen olan oğullarından müteşekkil üç aileye artık yetmez olduğunda; bir bakır sini, bir güğüm, bir kilim ve diğer eşyalardan müteşekkil küçük bir denk ile Adapazarı’na, öğretmen olarak tayin olur babam.

Adapazarı Büyük Söğütlü’de öğretmenlik yıllarında kurduğu dostluk ve bıraktığı intibaı ile, adeta bila bedel arazi teklifi ile, Adapazarı’nda temelli kalması ve yaşaması teklif edilen babam, 1967 Sakarya Depremi sonrasında, kiracı olarak oturduğu evin yaşanılmaz hale gelmesi ile, Kızılay çadırlarında hanımı ve iki küçük evladı ile, günlerce yaşamanın verdiği zorluk neticesinde, İstanbul’da yaşayan bacanağının da yardımıyla, tayinini İstanbul’a aldırmış oldu. Deprem sonrası Kızılay çadırlarında, evlatları alüminyum leğenlerde komşularınca yıkanan bir sıcak ortamı ardında bırakıp, İstanbul’a yelken açan babamın, Avrupa’da çalışan işçilerin çocuklarına öğretmen olmak için girdiği sınavı, Türkiye’de başaran iki kişiden biri olmasına rağmen, töre gereği izin almak için Trabzon Çaykara’daki baba ve ağabeyden oluşan büyüklerine danıştığında, mektupla gelen cevap özetle şu şekilde idi: “Biz sana Adapazarı’na kadar izin verdik. Oradan ötesi, bedduamızı göze alarak varacağın yer olur!..”

İstanbul’da ilk kiracı olarak çıkılan 2+1 gözlü baba evinde kimler yatılı ve günü birlik olarak misafir olmadı ki?!: Ağabeyinin hatırı ile günlerce ve defalarca evin bir odasında yatıp kalkan Pakistanlı hekim; tatil, hafta sonları ve boykot dönemlerinde yurttan ayrılıp eve yatıya kalan tıp öğrencisi olan ağabeyinin damadı; otel ve öğretmen evlerinin uzak olması ya da hiç olmadığı vakitlerde, müdür yardımcısı ve öğretmen olarak çalıştığı okula tayin olan ve haftalarca konuk edilen bekar ve evli öğretmeler; lokantaların olmadığı ya da çok uzak olduğu zamanlarda öğlen yemeği için eve tepsi börek ve çay ikramı için yıllarca davet edilen ve yekünde en az iki-üç masa tutan öğretmen arkadaşları; Şubat okul tatillerinde külfeti ile birlikte ağabeyi ve Trakya’da öğretmenlik ve idarecilik yapan çoluk çocuğu ile yeğeni; Sakarya’da akademide asistan olup, İstanbul’da, İTÜ’de doktora yapan yeğeni; değil oturulan sokakta, yaşanılan mahallede adeta fahri PTT Şubesi gibi, sabit telefonu olan tek haneye sahip olması ile, yurtdışı aramalarda yatılı akrabalar ve yurtiçi aramalarda da yatısız akraba ve komşuları; 12 Eylül öncesi Bakırköy gibi bir ilçede en son siyaset yapması gereken bir siyasi partinin yönetim kurulu üyeliğini yapan hanımının yeğeninin, ima edilen partinin İlçe ve İl yöneticilerinden oluşan ve o dönemin siyaset ikliminde de şehit edilen arkadaşları:  Mehmet BAŞAK, Recep HAŞATLI ve Hikmet AY. Allah hepsine rahmet eylesin.

İstanbul gibi büyük bir şehirde, bir yandan dört kişilik ailenin geçimi ve diğer yandan kayınbiraderi ile ortak aldığı arsa ödemeleri için ve de sadece öğretmen maaşı ile kiracı olarak geçinmek zorunda kalan ve fakat borçlu olmayı da asla sinesine çekemeyen babam; sadece kırtasiye işletmeciliği yapmak zorunda kalmadı, aynı zamanda hanımını da bir tekstil şirketinin elişleri işi için evden çalışmasına da rıza göstererek, İstanbul gibi büyük bir şehirde, iktisaden borçsuz olarak ayakta kalma mücadele veren sorumlu ve şerefli bir aile reisi oldu.

Kulağı ve dolayısı ile güzel sesi olan babam, makamlı ve davudi sesi ile; mukabelelerde, camilerde okuduğu Kur’an ve yaptığı müezzinlikler ile, kayınbiraderinin hediye olarak Almanya’dan getirdiği radyoda banttan okunan Türk Sanat Müziği eserlerine, pazar günleri evde kahvaltı zamanlarında eşlik etmesi, hala kulaklarımda kalan sedalardandır.

Çocukluk ve hafızlık dönemlerinde babasından gördüğü baskı ve o dönemin haşarı ve yaşça geçkin ilkokul talebelerinin disiplin kurallarını zorlamalarından kaynaklanmış olacak ki, babamın ilk öğretmenlik yıllarında, köyde öğrencilerine sert davrandığı bir vakıa olmakla birlikte; Adapazarı ve İstanbul’daki muallimlik zamanlarında talebelerine çokça yumuşak, müşfik ve diğerkâm tutumda bulunduğu da dillerde ve hatırlardadır. Zaten zaman içinde ve özellikle emeklilik dönemlerinde; sabrı, çoğu zaman suskunluğu, iyi niyeti ve kıskançsızlığı ile, ezcümle güzel ahlakı ile babam; sadece iyi insan, iyi mümin, iyi vatandaş değil, aynı zamanda ortalama cennet ehli olarak kabul gören bir intibaı da verdi.

Bila bedel Güngören Müftülüğüne bağlı Kur’an kursunda yıllarca hafız adaylarına öğretmenlik yapması, hastaların yanında refakatçı olarak bitmesi, hasta yakınlarını evde yemeğe alması, hafızlık nimetinin bir karşılığı olarak ölü veren evlerde ve mezarlıklarda sırf Allah rızası için Kur’an okuması, talebelere meccanen kırtasiye malzemeleri vermesi, dost, arkadaş, komşu ve hatta öğrencilerine borç para vermesi de, babamın seciyeli tutum ve davranışlarına misal olarak verilebilir.

İlkokul idareciliği dönemlerinde, okul aile birliğinin açık hava Türk Müziği dinletilerini ve yağlı güreş turnuvalarını tertip etmesi ile, toplumsal münasebetleri de üst düzede tutarak, okul bütçesine, kurum kültürüne ve aidiyetine katkı koyan babam, 1970’li yıllarda radyo vergisini beyan edip ödeyen iyi bir vatandaştı da!.. 60’lı yılların sonu ile 70’li yılların başında, siyah-beyaz televizyonlarda sabaha karşı canlı yayınlarda Muhammet Ali’nin boks müsabakaları için kolumuzdan tutup belediyenin salonuna ve muhtar komşunun evine bizi bizzat getiren babam, masa tenisi müsabıklarından biri de olup, aynı zamanda heyecanlı bir Trabzonspor taraftarı idi.

1.5 yıllık ağır hastalığı sürecinde küçük gelini ile hizmetinde de bulunmuş; nazlı, ilgibekler ve süreğen hastalığı haiz hanımının nüfus cüzdanını bile yanında taşıması ile iyi bir eş; oğullarının araba ve ev sahibi olmalarından onların ve hatta torunlarının fitrelerinin ödenmesine kadar yaptığı maddi ve dini yardımlarla iyi bir baba, torunlarının cep harçlıklarından, sağlıklarına, dershane aidatlarına kadar masraflarına katılması ile, iyi bir dede ve maaşından tasarruf ettiği maddi kaynağı ev ve çocuklarının harcamasını düşünerek gelinine veren ve yollayarak iyi bir kayınpeder de olan babam; kaba ve küfürlü dilli olmaması, kimsenin malında ve hareminde gözü olmaması, akraba, dost ve komşularının hep iyiliğini düşünen gönle sahip olması ile de; iyi komşu, iyi akraba, iyi vatandaş ve iyi bir insandı da!..  İstanbul Bakırköy İlçesi haznedar Mahallesinde okuma yazma bilmeyen kadınlara, evinde kara tahta başında bir yaz boyu süren okuma yazma öğretmesi ile, aynı zamanda toplumsal sorumluluğu haiz bir iyi öğretmen ve iyi bir öğretmendi de!..

Emeklilik yaşantısında, yılın yarısını İstanbul’daki evinde ve Kuzuluk’taki büyük oğlunun devre mülk kaplıcasında geçiren babam, diğer yarısını da Trabzon’da bu satırların yazarı olan küçük oğlunun evinde, köyde baba konağında ve yayladaki baba hanesinde geçirerek; makul, gösterişsiz ve mütevazı bir hayat sürerek, evlatlarının ev iktisatlarına da pazardan dolu olarak dönen elleri marifetiyle hep katkı sağladı.

Bu satırların yazarının bir türlü tutamadığı, “oğlum konuştuğun hep doğru olsun ve her doğruyu da her yerde konuşma” şeklindeki bilinen sözü öğütleyen babam, siyasi kanaatlerini kamu hizmetini yaparken ve komşuluk ve akrabalık hukukunu geliştirirken hiç öne çıkarmamış ve fakat gönlündeki mefkûre sevdasını sessiz sedasız ziyaret ettiği ocaklarda, ocak başkanlarına gösterişsiz bir şekilde açardı. 

2013 yılının Trabzon yaz gelişini takip eden günlerde, İstanbul’daki hissettiği hastalık belirtilerinden hareketle, KTÜ Farabi Hastanesinde tetkike girdiğimizde, kötü hastalığın kalınbarsağında habis ur getirdiği ve karaciğere sıçramanın da vuku bulduğu acı gerçeği ile yüzleştim. Sıçrama hususunu kendisinden gizleyerek, tam bir buçuk yıl süren ağır ilaç tedavisi ve karaciğere odaklı ilaç tedavisine rağmen, sabırla ve en küçük inleme sesini duymadan ve fakat son duyduğumuz sözü olan “Allah” ile, tüm hayatı boyunca Kur’an’ı, tercümesi ve tefsiri ile hadis kitaplarını okuyup altını çizen ve şerhler çıkaran Kur’an ve hadis aşığı babam, bu dünyadan tarihler 14.10.2014 yılını gösterdiğinde saat 16:35 sularında göçtü gitti!.

Bugün Anadolu’yu Türk-İslam toprakları kılan Sultan Alparslan’ın, Selçukluların ve Melikoğullarının bir torunu olarak,  Ahlat taşını havi Soğanlı Köyünün Melikli Mezarlığındaki aile kabristanlığındaki mezarında; inşallah ortalama bir cennet insanı adayı olarak, sura üflenecek zamanı, büyük ahiretini bekliyor, sevgili babam. 

Dünyanın öznesi olan, nazlı, sevimli ve hala güzel olan hanımın; kalp yetmezliği, iltihabi romatizma, kanal darlığı, bel fıtığı, karaciğer ve böbrek yetmezlikleri ile düçar hale düştü. Gelinen noktada, annesine, onun rızasını ve duası alarak bu imtihanı da kazanmak isteyen oğlun Mustafa Fehmi… 12.06.2020

Yeis Ve İmkânsızlıklar Kıskacında ...

YEİS VE İMKÂNSIZLIKLAR KISKACINDA DİRİK BİR BİLİMSEL KURUM:

  ARTVİN ÇORUH ÜNİVERSİTESİ ORMAN FAKÜLTESİ

 

1.    Giriş

Ülkemizde ormancılık uygulaması ve eğitim-öğretimi, çok köklü bir tarihi geçmişe sahip bulunmaktadır. Nitekim 1839 yılında yani bundan tam 170 yıl önce, Osmanlı Türkiye’sinde Orman Umum Müdürlüğü (OUM) kurulmuştur. Denilebilir ki, MÖ 209 yılında Mete Han tarafından kurulan Türk Silahlı Kuvvetleri’nden sonra, vatan sathına yayılması ve yaklaşık iki asırlık geçmişi ile Türk Ormancılık Teşkilatı, Ülkemizin en köklü kurumlarından birisidir.

Türkiye’mizde derinlikli bir yapıya sahip olan ormancılık teşkilatı ile asırdaş olan ormancılık eğitimi de, bugün İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’nin de nüvesini teşkil eden ve ilk kez 1857 yılında Halkalı Ziraat Mektebi bünyesinde kurulan “Ormancılık Okulu” ile eğitim-öğretim hayatına başlamıştır. Ormancılık ilim-irfan ocağının bu ilk müessesinin kuruluşundan tam 114 yıl sonra 1971 yılında KTÜ’ ne bağlı Orman Fakültesi kurumuştur. 1992 yılında yani ilk ormancılık yüksek öğrenimi kurumundan tam 135 yıl sonra, o ana kadar sayısı sadece 2 adet olan orman fakültesi sayısı, bir gecede tam olarak 7 orman fakültesinin TBMM’ de kanun ile kurulmasından sonra 9 adete yükselmiş bulunmaktadır.        

Read more: Yeis Ve İmkânsızlıklar Kıskacında ...

Page 1 of 2

Son Haberler

 05.06.2020 tarihi itibari ile bilimlik (akademik) birikim özet dosyamız güncellenmiş bulunmaktadır.

 *************

Seçim Programımızın Özetine buradan ulaşabilirsiniz...

*************

AÇÜ Rektör Adayı Prof. Dr. Türker Radyo 08'e konuk oldu

 Artvin Çoruh Üniversitesi Orman Fakültesi'nde  2008-2011 yılları arasında yürüttüğü Dekanlık görevindeki başarıları ile Artvinlilerin hafızlarına kazınarak gönüllerinde taht kuran ve 14 Ağustos 2012 tarihinde yapılacak Rektörlük Seçimi öncesinde de aday olan  Prof. Dr. Mustafa Fehmi Türker,  Radyo 08'in stüdyo konuğu oldu.

 8 Ağustos Çarşamba günü saat 10.30'da FM 91.00 Mhz frekansından canlı yayınlanan ve 08 Haber Gazetesi Başyazarı Sami Özçelik'in sunucuğunu yaptığı programda Artvin Çoruh Üniversitesi Rektör Adayı Prof. Dr. Mustafa Fehmi Türker, adaylık sürecine ilişkin soruları cevaplayarak, projelerini anlattı. 

Artvin Çoruh Üniversitesi'nde ortak akılla makule ulaşmak için Rektör Adayı olan, Artvin Orman Fakültesi Eski Dekanı Prof. Dr. Mustafa Fehmi Türker,  geçtiğimiz günlerde seçim programını “Ortak Akıl ile Artvin Çoruh Üniversitesi'nde Makule Programı” adı altında kitap haline getirdi.

3 yıllık Dekanlık görevi süresince Artvin Orman Fakültesi'ni, Artvin Çoruh Üniversitesi'nin parlayan yıldızı haline getiren ve 20-22 Mayıs 2010 tarihlerinde III. Ulusal Karadeniz Ormancılık Kongresi'nin Artvin ilinde düzenlenmesinde emeği geçen AÇÜ Rektör Adayı Prof. Dr. Mustafa Fehmi Türker'in, konuk olduğu radyo programı www.08haber.com internet sitesinden de canlı olarak dinlenebildi.

Söyleşiyi dinleyebilmek için tıklayınız...

 *************

"ORTAK AKIL İLE ARTVİN ÇORUH ÜNİVERSİTESİNDE MÂKULE" adlı seçim programımızın son halini ihtiva eden kitapçığı basılmıştır (30 Temmuz 2012).

Aynı ada sahip olan seçim programımız, bu ağ sayfamızda yayınlanarak öğretim üye ve yardımcılarımızın e-mektup adreslerine yollanıp değerlendirmelerine tabi tutulmuş ve neticede ortak akıl ile ürettiğimiz seçim programımızın son haline ulaşılmıştır.

*************

BASIN AÇIKLAMASI

(12 Temmuz 2012)

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Bilindiği üzere, 16 Haziran 2012 tarihinde Artvin’de yapmış olduğumuz kahvaltılı basın toplantısı ile, 09.08.2012 tarihinde Artvin Çoruh Üniversitesinde yapılacak “Rektör Adaylarını Belirleme Seçimleri”ne, rektör adayı olarak katılacağımızı aracılığınızla kamuoyuna duyurmuştuk.

Yine aynı toplantıda, “Ortak Akıl İle Artvin Çoruh Üniversitesi’nde Makule” adlı seçim programımızı da sizlere kitapçık ve sunu araçları yardımı ile sunmuş ve toplantıyı soru-cevap faslı ile, etkin ve verimli bir şekilde tamamlamıştık.

Artvin Çoruh Üniversitesi’ne ve Artvin’e kazanç sağlayacağına inandığımız ve AÇÜ Orman Fakültesi’nde ibadet aşkı ile ürettiklerimizi, bu sefer de üniversite düzeyinde gerçekleştirmek için çıktığımız bu yolda, hassas gayretlerimizi sürdürmekteyiz.

Rektörlük süreci bilindiği üzere; ilk basamakta yrd. doç., doç. ve prof. unvanlı üniversite öğretim elemanlarının oylaması ile belirlenen ve sıralanan altı adayın, ikinci aşamada Yükseköğretim Kurulu’nda adayların mülakata katılması neticesinde üçe düşürülmesi ve son aşamada da Cumhurbaşkanlığı makamının üç adaydan birini ataması ile, yönetilmektedir.

Bu süreçte seçimlerin demokratik, adil ve ahlaki (etik) ilkelere uygun olarak yaşanması için, seçimlere altı ay kala seçimlerde oy kullanma hakkına sahip olan öğretim üyesi alımına çıkılmamakta ve YÖK de geliştirdiği teamül ile buna izin vermemektedir.

Hal böyle olmakla birlikte, seçimlere sadece 33 gün kala, Artvin Çoruh Üniversitesi Rektörlüğü’nün “14 yeni seçmen” anlamına da gelen on dört yardımcı doçent ilanına çıkması, “9 Ağustos”ta yapılacak seçimlere gölge düşürme intibaı vermiş, seçimlerin adil ve ahlaki (etik) bir iklimde yapılması hususunu örselemiş ve halihazırdaki 80 öğretim üyesi rakamı düşünüldüğünde, seçmen sayısında % 18 oranındaki bir çırpıdaki bu artış ile, seçimin eşit şartlarda sağlıklı bir yarış olması niteliğini zedelemiştir.

Şartlar ne olursa olsun, AÇÜ’ye ve Artvin’e ibadet aşkı ile hizmet etme arzumuzdan, yola çıktığımız ilk günkü gibi, Allah’ın izni ile hiçbir şey kaybetmiş değiliz.

En yakın iç paydaş olan AÇÜ’nün kıymetli öğretim üyelerine ve en yakın dış paydaş olan cefakâr Artvin halkına, sivil toplum kuruluşlarına ve kamuoyunun takdirlerine saygı ile arz ederim. 12.07.2012

 Prof. Dr. Mustafa Fehmi TÜRKER

 AÇÜ Rektör Adayı

 

 

 *************

BASIN TOPLANTIMIZ

16.06.2012 Cumartesi saat 10:30'da Artvin ili yazılı, sözlü ve görüntülü basın mensuplarına, ortak akıl ile Artvin Çoruh Üniversitesi'nde makule programımızı sunarak rektör adaylığımızı, DSİ 26. Bölge Müdürlüğü yanı Varyant Lokantasında kahvaltılı basın toplantısında seçim programını kitapçık, bilgisayar sunusu ve soru cevap faslı yardımı ile açıklamış bulunmaktayız.

Basın toplantımıza, yerel ve yaygın basın kuruluşlarından olan TRT, Anadolu Ajansı, Artvin Gazeteciler Derneği, İHA, Show Tv, Çay Tv, 08 Haber, Artvin Post Gazetesi, Kafkas Sarp Gazetesi, Artvin Faal Gazeteciler Derneği, Serhad Artvin Gazetesi, Demokrat Çoruh Gazetesi, Dost Artvin Gazetesi ve Borçka 7 Mart Gazetesi'nin içinde yer aldığı muhabirler ve basın çalışanları katılmıştır.

Resimler için tıklayınız.

Seçim programımız açıklandı. Tam metne ulaşmak için tıklayınız.

Online Olanlar

We have 11 guests and no members online