Tarihlerin 14 Ekim 2014 Perşembe gününün ikindi sonrasını gösterdiği vakitte, KTÜ Farabi Hastanesi Onkoloji Servisindeki odada, yaklaşık on gün boyunca gözleri kapalı olarak bilinç kaybı ile yatan babamın sağ eli avuçlarımın içinde iken, babamın birden gözlerini açıp “Allah” nidası ile bağırıp tekrar gözlerini kapatması ile, irkilerek servis hekimlerini canhıraş bir şekilde koşarak bilgilendirmem üzerine, gelen hekimler apar topar odadan beni ve annemi çıkarttıktan sonra, tam kırk beş dakika süren kalp masajı akabinde dışarı çıkıp hayatımın o ana kadar ki en acı haberini bana verdiler: “Babanızı kurtaramadık. Başınız sağ olsun, hocam!” Fenalaşarak diğer boş olan hasta odasına alınan anneme sarılarak acımızı paylaşmadan evvel, beyaz örtü ile sarıp sarmalanan babamın na’şının baş kısmını açtırarak, alnını öpüp şu cümleyi titrek ve ağlamaklı sesle mırıldandım: Cennette görüşmek üzere, inşallah sevgili babacığım!..
İlkokul öncesi hafızlık eğitimini yaparken babasının asabi halet-i ruhiyesinden epeyce muzdarip olan babam, ihtiyaç duyduğu şefkati sevgili annesinden ve hamiliği de öğretmen olan kıymetli ağabeyinden görmesi ile, sancılı çocukluk dönemini geçirmiş oldu. Öğretmen olan ağabeysisinin sahip çıkması ile, İlkokulu sınavla üçüncü sınıftan başlayarak Dernekpazarı’nda, ortaokulu da Çaykara İlçesi’nde tamamlayıp, Gümüşhane Öğretmen Okulu’ndan öğretmen olarak mezun olan babam, köyümüzün en güzel, bir o kadar da nazlı ve ilgi bekler yetim kızı ile evlenerek, ilk öğretmenliğini Çaykara Ulucami Köyü’nde ve sonrasında da Soğanlı Köyümüzdeki İlkokulda yaptı.
1885 yılında inşaa edilen; alt odalı, gömme dolaplı, aşanalı, çıkmalı, ambarlı, merekli ve eyvanlı Melikoğlu Konağı, onca odasına rağmen biri imam baba ve ikisi de öğretmen olan oğullarından müteşekkil üç aileye artık yetmez olduğunda; bir bakır sini, bir güğüm, bir kilim ve diğer eşyalardan müteşekkil küçük bir denk ile Adapazarı’na, öğretmen olarak tayin olur babam.
Adapazarı Büyük Söğütlü’de öğretmenlik yıllarında kurduğu dostluk ve bıraktığı intibaı ile, adeta bila bedel arazi teklifi ile, Adapazarı’nda temelli kalması ve yaşaması teklif edilen babam, 1967 Sakarya Depremi sonrasında, kiracı olarak oturduğu evin yaşanılmaz hale gelmesi ile, Kızılay çadırlarında hanımı ve iki küçük evladı ile, günlerce yaşamanın verdiği zorluk neticesinde, İstanbul’da yaşayan bacanağının da yardımıyla, tayinini İstanbul’a aldırmış oldu. Deprem sonrası Kızılay çadırlarında, evlatları alüminyum leğenlerde komşularınca yıkanan bir sıcak ortamı ardında bırakıp, İstanbul’a yelken açan babamın, Avrupa’da çalışan işçilerin çocuklarına öğretmen olmak için girdiği sınavı, Türkiye’de başaran iki kişiden biri olmasına rağmen, töre gereği izin almak için Trabzon Çaykara’daki baba ve ağabeyden oluşan büyüklerine danıştığında, mektupla gelen cevap özetle şu şekilde idi: “Biz sana Adapazarı’na kadar izin verdik. Oradan ötesi, bedduamızı göze alarak varacağın yer olur!..”
İstanbul’da ilk kiracı olarak çıkılan 2+1 gözlü baba evinde kimler yatılı ve günü birlik olarak misafir olmadı ki?!: Ağabeyinin hatırı ile günlerce ve defalarca evin bir odasında yatıp kalkan Pakistanlı hekim; tatil, hafta sonları ve boykot dönemlerinde yurttan ayrılıp eve yatıya kalan tıp öğrencisi olan ağabeyinin damadı; otel ve öğretmen evlerinin uzak olması ya da hiç olmadığı vakitlerde, müdür yardımcısı ve öğretmen olarak çalıştığı okula tayin olan ve haftalarca konuk edilen bekar ve evli öğretmeler; lokantaların olmadığı ya da çok uzak olduğu zamanlarda öğlen yemeği için eve tepsi börek ve çay ikramı için yıllarca davet edilen ve yekünde en az iki-üç masa tutan öğretmen arkadaşları; Şubat okul tatillerinde külfeti ile birlikte ağabeyi ve Trakya’da öğretmenlik ve idarecilik yapan çoluk çocuğu ile yeğeni; Sakarya’da akademide asistan olup, İstanbul’da, İTÜ’de doktora yapan yeğeni; değil oturulan sokakta, yaşanılan mahallede adeta fahri PTT Şubesi gibi, sabit telefonu olan tek haneye sahip olması ile, yurtdışı aramalarda yatılı akrabalar ve yurtiçi aramalarda da yatısız akraba ve komşuları; 12 Eylül öncesi Bakırköy gibi bir ilçede en son siyaset yapması gereken bir siyasi partinin yönetim kurulu üyeliğini yapan hanımının yeğeninin, ima edilen partinin İlçe ve İl yöneticilerinden oluşan ve o dönemin siyaset ikliminde de şehit edilen arkadaşları: Mehmet BAŞAK, Recep HAŞATLI ve Hikmet AY. Allah hepsine rahmet eylesin.
İstanbul gibi büyük bir şehirde, bir yandan dört kişilik ailenin geçimi ve diğer yandan kayınbiraderi ile ortak aldığı arsa ödemeleri için ve de sadece öğretmen maaşı ile kiracı olarak geçinmek zorunda kalan ve fakat borçlu olmayı da asla sinesine çekemeyen babam; sadece kırtasiye işletmeciliği yapmak zorunda kalmadı, aynı zamanda hanımını da bir tekstil şirketinin elişleri işi için evden çalışmasına da rıza göstererek, İstanbul gibi büyük bir şehirde, iktisaden borçsuz olarak ayakta kalma mücadele veren sorumlu ve şerefli bir aile reisi oldu.
Kulağı ve dolayısı ile güzel sesi olan babam, makamlı ve davudi sesi ile; mukabelelerde, camilerde okuduğu Kur’an ve yaptığı müezzinlikler ile, kayınbiraderinin hediye olarak Almanya’dan getirdiği radyoda banttan okunan Türk Sanat Müziği eserlerine, pazar günleri evde kahvaltı zamanlarında eşlik etmesi, hala kulaklarımda kalan sedalardandır.
Çocukluk ve hafızlık dönemlerinde babasından gördüğü baskı ve o dönemin haşarı ve yaşça geçkin ilkokul talebelerinin disiplin kurallarını zorlamalarından kaynaklanmış olacak ki, babamın ilk öğretmenlik yıllarında, köyde öğrencilerine sert davrandığı bir vakıa olmakla birlikte; Adapazarı ve İstanbul’daki muallimlik zamanlarında talebelerine çokça yumuşak, müşfik ve diğerkâm tutumda bulunduğu da dillerde ve hatırlardadır. Zaten zaman içinde ve özellikle emeklilik dönemlerinde; sabrı, çoğu zaman suskunluğu, iyi niyeti ve kıskançsızlığı ile, ezcümle güzel ahlakı ile babam; sadece iyi insan, iyi mümin, iyi vatandaş değil, aynı zamanda ortalama cennet ehli olarak kabul gören bir intibaı da verdi.
Bila bedel Güngören Müftülüğüne bağlı Kur’an kursunda yıllarca hafız adaylarına öğretmenlik yapması, hastaların yanında refakatçı olarak bitmesi, hasta yakınlarını evde yemeğe alması, hafızlık nimetinin bir karşılığı olarak ölü veren evlerde ve mezarlıklarda sırf Allah rızası için Kur’an okuması, talebelere meccanen kırtasiye malzemeleri vermesi, dost, arkadaş, komşu ve hatta öğrencilerine borç para vermesi de, babamın seciyeli tutum ve davranışlarına misal olarak verilebilir.
İlkokul idareciliği dönemlerinde, okul aile birliğinin açık hava Türk Müziği dinletilerini ve yağlı güreş turnuvalarını tertip etmesi ile, toplumsal münasebetleri de üst düzede tutarak, okul bütçesine, kurum kültürüne ve aidiyetine katkı koyan babam, 1970’li yıllarda radyo vergisini beyan edip ödeyen iyi bir vatandaştı da!.. 60’lı yılların sonu ile 70’li yılların başında, siyah-beyaz televizyonlarda sabaha karşı canlı yayınlarda Muhammet Ali’nin boks müsabakaları için kolumuzdan tutup belediyenin salonuna ve muhtar komşunun evine bizi bizzat getiren babam, masa tenisi müsabıklarından biri de olup, aynı zamanda heyecanlı bir Trabzonspor taraftarı idi.
1.5 yıllık ağır hastalığı sürecinde küçük gelini ile hizmetinde de bulunmuş; nazlı, ilgibekler ve süreğen hastalığı haiz hanımının nüfus cüzdanını bile yanında taşıması ile iyi bir eş; oğullarının araba ve ev sahibi olmalarından onların ve hatta torunlarının fitrelerinin ödenmesine kadar yaptığı maddi ve dini yardımlarla iyi bir baba, torunlarının cep harçlıklarından, sağlıklarına, dershane aidatlarına kadar masraflarına katılması ile, iyi bir dede ve maaşından tasarruf ettiği maddi kaynağı ev ve çocuklarının harcamasını düşünerek gelinine veren ve yollayarak iyi bir kayınpeder de olan babam; kaba ve küfürlü dilli olmaması, kimsenin malında ve hareminde gözü olmaması, akraba, dost ve komşularının hep iyiliğini düşünen gönle sahip olması ile de; iyi komşu, iyi akraba, iyi vatandaş ve iyi bir insandı da!.. İstanbul Bakırköy İlçesi haznedar Mahallesinde okuma yazma bilmeyen kadınlara, evinde kara tahta başında bir yaz boyu süren okuma yazma öğretmesi ile, aynı zamanda toplumsal sorumluluğu haiz bir iyi öğretmen ve iyi bir öğretmendi de!..
Emeklilik yaşantısında, yılın yarısını İstanbul’daki evinde ve Kuzuluk’taki büyük oğlunun devre mülk kaplıcasında geçiren babam, diğer yarısını da Trabzon’da bu satırların yazarı olan küçük oğlunun evinde, köyde baba konağında ve yayladaki baba hanesinde geçirerek; makul, gösterişsiz ve mütevazı bir hayat sürerek, evlatlarının ev iktisatlarına da pazardan dolu olarak dönen elleri marifetiyle hep katkı sağladı.
Bu satırların yazarının bir türlü tutamadığı, “oğlum konuştuğun hep doğru olsun ve her doğruyu da her yerde konuşma” şeklindeki bilinen sözü öğütleyen babam, siyasi kanaatlerini kamu hizmetini yaparken ve komşuluk ve akrabalık hukukunu geliştirirken hiç öne çıkarmamış ve fakat gönlündeki mefkûre sevdasını sessiz sedasız ziyaret ettiği ocaklarda, ocak başkanlarına gösterişsiz bir şekilde açardı.
2013 yılının Trabzon yaz gelişini takip eden günlerde, İstanbul’daki hissettiği hastalık belirtilerinden hareketle, KTÜ Farabi Hastanesinde tetkike girdiğimizde, kötü hastalığın kalınbarsağında habis ur getirdiği ve karaciğere sıçramanın da vuku bulduğu acı gerçeği ile yüzleştim. Sıçrama hususunu kendisinden gizleyerek, tam bir buçuk yıl süren ağır ilaç tedavisi ve karaciğere odaklı ilaç tedavisine rağmen, sabırla ve en küçük inleme sesini duymadan ve fakat son duyduğumuz sözü olan “Allah” ile, tüm hayatı boyunca Kur’an’ı, tercümesi ve tefsiri ile hadis kitaplarını okuyup altını çizen ve şerhler çıkaran Kur’an ve hadis aşığı babam, bu dünyadan tarihler 14.10.2014 yılını gösterdiğinde saat 16:35 sularında göçtü gitti!.
Bugün Anadolu’yu Türk-İslam toprakları kılan Sultan Alparslan’ın, Selçukluların ve Melikoğullarının bir torunu olarak, Ahlat taşını havi Soğanlı Köyünün Melikli Mezarlığındaki aile kabristanlığındaki mezarında; inşallah ortalama bir cennet insanı adayı olarak, sura üflenecek zamanı, büyük ahiretini bekliyor, sevgili babam.
Dünyanın öznesi olan, nazlı, sevimli ve hala güzel olan hanımın; kalp yetmezliği, iltihabi romatizma, kanal darlığı, bel fıtığı, karaciğer ve böbrek yetmezlikleri ile düçar hale düştü. Gelinen noktada, annesine, onun rızasını ve duası alarak bu imtihanı da kazanmak isteyen oğlun Mustafa Fehmi… 12.06.2020
We have 6 guests and no members online